Özgür Cem Hancan İle Koleksiyonerlik Üzerine

Özgür Cem Hancan İle Koleksiyonerlik Üzerine

Ebru Nalan Sülün (E.N.S.): Özgür Bey, bize sanatla ilk tanışıklığınızı anlatır mısınız? Sanatla ilk karşılaştığınız günlere gidelim mi?

Özgür Cem Hancan (Ö.H.): Sanatı ilk hissettiğim anla sanatla karşılaştığım an birbirinden farklı. Sanatın duygusunu kavramaya başladığım zamanlar aslında daha çok üniversite çağlarında tiyatro seyrederken başlıyor. Atatürk Kültür Merkezi’nde Büyük Salon’da seyrettiğim kimi oyunlar... Orada oyunların yarattığı duygu aslında sanat eseriydi. Temsil, kendi sanatını ortaya koyuyordu. Kendi varoluşumda, sanatı kalbimde hissetmeye başlamam o yıllara dayanıyor.

Ama sanatla tanışıklığım aslında daha da çocukluğuma dayanıyor. Annemin ressamlığı, uzun yıllar Ankara’da hocalarıyla beraber olan diyalogları, benim bunlara şahit olmam. Ben her ne kadar o kabiliyette olmasam da, duygumu yeterince resmedemesem de annem, sanata karşı bende ilgi uyandırma adına çocukluğumda sanat üretmem konusunda da her daim destek oldu. Aslında tanışıklık halim böyle başladı. Annem Ankara’da kendi atölyesinde üniversitelerin güzel sanatlar fakültelerine uzun yıllar öğrenci yetiştirmeye çalıştı. O çocukların enerjilerini sağaltmaya, estetik anlayışını geliştirmeye nasıl gayret gösterdiğine şahidim. Buna şahit olduğum yıllarda çocuktum, bu dönemler sanatla tanışmamdır ama kalben sanatı hissettiğim yıllar söylediğim üzere tiyatro izlemem ve daha yoğun kitap okumaya başladığım zamanlara denk gelir. Bu döneme baktığımda sanatçıları keşfetmeye başladığım zaman da aynı döneme dayanıyor.

E.N.S.: Peki ailenizde eser toplama eğilimi var mıydı?

Ö.H.: Annemin kendi üretiminden ve yakın sanatçı arkadaşlarından kaynaklı bir koleksiyonu vardı. Ama bunu koleksiyonerlik namına yapmıyordu, sadece eser biriktiriyordu. Hem yakın çevresinden hem kendi ürettiği eserlerden topluyordu. Sanatın evde yaşıyor olması, bu şekilde bir eğitim veriyor insana. Bu sadece desen eğitimi vermekle olmuyor. Sanatı hem sosyolojik unsurlarıyla, hem psikolojik unsurlarıyla çocuklara anlatmakla mümkün oluyor. Bunlara da tabii şahit oldum. Bana sanata dair anlatılanlara “acaba” dediğim çok zamanlar oldu. Hoşuma giden hikâyeler oldu. İlerleyen yıllarda yurtdışı seyahatlerimde koleksiyonerliğe olan ilgim bu yolla da daha belirgin olmaya başladı. 

Benim sanat eserlerine asıl ilgimin başlaması ve koleksiyonerliğe olan yönelimim Floransa seyahatimle hız kazandı. Floransa’da Davut heykelinin de sergilendiği Galleria dell'Accademia’nin yanından geçiyordum. Dışarıda da pek çok yerel sanatçı vardı. Onlar kendi üretimlerini yapıyorlardı. Üretim yapan sanatçılara sormaya başladım: Nasıl üretiyorsunuz? Nasıl bir duygu dünyası içindesiniz? Uzun sohbetlerimiz oluyordu. Hatta ilk eserlerimi de oradan almaya başladım. Sonra dünyayı gezerken sürdü bu alışkanlık. Örneğin Avusturya’ya gittiğimde yerel sanatçıların eserlerinden temin etmeye başladım. Küba’ya gittiğimde Havana Güzel Sanatlar Fakültesi’ni ziyaret ettim. Amerika’ya gittiğimde San Fransico’da bambaşka bir dünya ile tanıştım, farklı bir bakış açısı edindim. Tüm bunlar başlangıç kabul edilebilir.

Ama yıllar içerisinde, benim aslında gerçek bir koleksiyon sahibi olmaya başlamam Fikret Mualla iledir, o bir his, bir fikir olarak beni etkilemiştir. Sanatçının hayatından bazı acıları kendi hayatımla özdeşleştirmişimdir. Nasıl bir özdeşleştirme bu? Belki de sanatçının bireysel yalnızlığı ile kurdum bağı. Dostoyevski romanlarında gördüğümüz türden bir yalnızlık: Önce bir aile, sonra o aile içindeki çatışmalar, derken bir bakmışsınız her ne kadar baba-oğul olsanız da, iki kardeş olsanız da, birbirinize o kadar yakın olsanız da hepimiz hikayelerinizde aslında yalnızsınızdır.  Ve arkalarında büyük çatışmalar vardır. Benim de kendi kalbimde bir takım çatışmalar vardı. O çatışmalar içerisinde belki de Fikret Mualla’nın kendi hayatındaki bir takım çatışmalarını buldum. Fikret Mualla tutkum da işte o anlarda başladı, öyle başladı hikaye...

E.N.S.: İlk satın aldığınız eser Fikret Mualla mıydı?

Ö.H.: Hayır, Floransa’da sulu boya eserlerle başladım aslında bu öyküye. Ardından da Avusturya’da daha plastik yanı kuvvetli eserler satın almaya devam ettim.  Öyle bilinen sanatçılar değil. Yunanistan’a gittiğimde -keza- aynı şekilde ufak tefek eserler almaya devam ettim. Ama, Fikret Mualla’yı keşfedip eser almaya başladığım anda her şey değişmeye başladı. Çünkü; Mualla eserleri ile ânı yaşamaya başlıyordum. 

Fikret Mualla eserlerine baktığınız zaman onun kendi dönemleri içinde sizin kendinizi bulmanız olasıdır. Nasıl anlatsam: Münih Güzel Sanatlar Fakültesi’ne gidiyor, orada kendine özgü bir dönemi var. Oradan Türkiye’ye dönüyor, yine kendine ait farklı bir dönemi var. Sonra Paris’e gidiyor, orada da farklı bir dönem başlıyor. Daha sonra Türkiye’ye tekrar dönüyor ve bu dönem ilkinden farklı oluyor. Babasının vefatıyla beraber tekrar Paris’e gidiyor. Bu farklı bir dönem. İşte 60’lara geldiğimizde bambaşka bir dönem yaşıyor. Her dönemine baktığım zaman farklı bir Fikret Mualla gördüm. Mesela “delilik” eserleriyle, Paris sokaklarında, caddelerinde, kafelerde çalgı çalan, şarabını içen insanlar arasında, bunların duygu durumları arasında çok ciddi farklar vardır. Ve gördüğüm kadarıyla inişleri ve çıkışlarını çok yoğun yaşayan sanatçılardan biri kendisi. Bu durum beni kendisine çok yaklaştırdı. Daha sonra onun tarihini okudukça, daha derinlemesine kendisine eğildikçe bu durum beni bu işin içerisinde olmaya, onu hissetmeye itti. Bu öyle bir bağ ki; zamanla Fikret Mualla’nın ne hissettiğini, neyi nereye koymaya çalıştığı konusunda genelde bir fikir sahibi olur hale geldim. Bu da uzun zaman boyunca sanatçının eserlerini biriktirmek, hakkında okumalar yapmak, bu koleksiyona sahip olmak ve Paris’te olsun Türkiye’de olsun eser alımını istikrarla, tutku, merakla sürdürmekle mümkün oldu. Bugün Fikret Mualla’nın eserleri 20-30 ülkede sergilenebiliyor. Ben de bu süreçte Fikret Mualla yoluyla görmeye, öğrenmeye çalıştım. İşte hikâye birazcık sanatçıya olan aşk ile başladı, bilgi edinmeyle devam etti. Ve bu iki durum kaynaştı bende. 

E.N.S.: O halde sizin koleksiyoner olma öykünüzde Fikret Mualla başrolde?

Ö.H.: Yani, ben koleksiyoner olma hedefiyle yola çıkmadım. Evinizde bir kitaplığınız vardır. Ama  kitaplığınıza baktığınız zaman birkaç yazar ister istemez yoğunlaşır orada. Benim de aslında sevdam böyle başladı. 

E.N.S.: Fikret Mualla sevgisiyle başlayan bir süreç kendi kendine tüm samimiyeti ile evrilerek bir koleksiyona dönüşmüş. Belki daha da büyüyecek. Bu da çok önemli bir şey aslında.

O.H.: Evet, nasıl beden rahatsızlandığı zaman doktora gidiyoruz veya hayatınızda bir takım kararlar alırken birilerinden yardım istiyoruz. Bunlar bizim hem fiziki hayatımıza hem duygu durumumuza bir şekilde dokunuyor. Şimdi bir ressamın ya da bir yazarın yarattığı da bu. İçimizdeki duygu aslında ruhumuzu beslemek, ruhumuz için bir su kaynağı yaratmak. Onunla beslenip o duygu ile büyüyebilmek bence kendi kendine öğrenilmesi gereken bir süreç. Koleksiyonerliği de ben koleksiyoncu olayım diye başlamadım bu sebeple. Beş tane arabam olsun gibi bir şey değil bu, bu yaklaşımda duyguya yer o kadar yoktur. Duygunuzu ortaya koymadıktan sonra, bir sanatçıya, bir koleksiyona sevginiz olmadıkça da bence kalbî bir değeri olmayacaktır.

E.N.S.: Peki, koleksiyonda Fikret Mualla dışında da eserler var. Fikret Mualla eserlerini alma eyleminin diğer eserlerle büyümesi nasıl gerçekleşti?

Ö.H.: Onu şöyle açıklamaya çalışayım size: Cumhuriyet’in kuruluşu ile Fikret Mualla’nın gençlik yılları birbirine büyük ölçüde denk geliyor. Zaten Cumhuriyet’in kurulması öncesinde, gördüğüm kadarıyla, resim sanatı ve sanatçıları konusunda bir takım sıkıntılar var. Bu sıkıntılarla beraber aynı zamanda bir üretim de var. Fakat bu üretimi biz nasıl görüyoruz, daha klasik bir tarzda. 1900’lü yılların başlarından itibaren Fikret Mualla, onun kuşağı Abidin Dino ve diğer sanatçılar biraz Fransız ekolünü biraz Alman ekolünü temsil ediyor. O dönem sanatçılarını kendi dönemlerinin çağdaşları olarak yorumlamak mümkün bu sebeple. Koleksiyonumuza katmaya çalıştığımız sanatçıların çağdaş ve biraz kendi ekolünü, kendi bireysel üsluplarını, kendi bireysel devrimini gerçekleştirebilmiş sanatçılar olduklarını görüyoruz. Fikret Mualla bunlardan bir tanesi. Haliyle koleksiyonu da bu bağlamda geliştirmeyi hedefliyoruz.

E.N.S.: Peki bir sergi gezdiğinizde ya da bir müzayedeye katıldığınızda eserleri alırken sizi harekete geçiren ne oluyor.

Ö.H.: Koleksiyonu genişletirken asla şöyle bir düşüncemiz olmuyor: yeni bir sanatçıyı portföyümüze katarken onu şurada değerlendirir ya da portföyümüzün maddi değerini şöyle büyütebiliriz gibi bir şey kesinlikle yok. Mesela, koleksiyon içerisinde Nuri İyem eserleri var, onun serileri bizim için önemli. Kemal Önsoy’u çok seviyorum, müzelerde  sanatçının eserlerinin önünde saatlerce oturup seyretmişliğim vardır ve üstelik bunu birkaç kez gerçekleştirdim. İşte bu şekilde özgün, kendini ifade edebilen sanatçılara ve ayrıca yeni sanatçılara yer vermek, aynı zamanda onları da önümüzdeki süreç içerisinde destekleyebilmek bizim için çok önemli. Bu süreçte, koleksiyonumuzu nasıl daha geniş, daha doğru, daha akılcı bir yolda değerlendireceğimizi ekibimiz ile beraber yapacağız ve bu bağlamda projeler üretmeyi planlıyoruz.

E.N.S.: Peki biraz da koleksiyon yapma konusunu kavramsal boyutta tartışmamız gerekirse koleksiyon ya da koleksiyon yapmak denildiğinde ilk aklınıza gelen kelime ne?

Ö.H.: Biraz önce de ifade ettim. Hem kişilerin hem toplumun can damarlarının açık olması ve beyne oksijen taşıyor olması lazım. Bunu şu anki dünyada sadece ekonomik büyümeyle gerçekleştirmemiz mümkün değil. Aynı zamanda sanatın, edebiyatın ve bu alanlardaki eğitimin de büyüyor olması gerekli. Kavramsal boyut dediğimizde buna destek olabilmek, buna öncülük yapabilmek, aynı zamanda buna zaman ayırabilmek,  aynı zamanda genç sanatçıları ve genç girişimcileri desteklemek, bu işe gönül vermek gerekiyor. Toplumun sosyolojik olarak buna uygun hale getirilmesi gerekiyor. Yetiştirdiğimiz nesillerin buna ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bir sanat eserinin ne kadar kıymetli bir unsur olduğunu, bunun sergilenmesi gerektiğini bilmek ve genç nesillere aktarmak önemli. Sanat eserlerini bir hazine gibi saklayabilmek ve ileri nesillere aktarabilmek bence toplumumuz için çok önemli.  Tekrar etmeliyim: Toplumlar sadece ekonomik büyüme, genişleme ile ayakta kalmıyorlar. Aynı zamanda kültür olarak da alt yapıları sağlam, iyi eğitim almış olmaları gerekiyor. Burada kişilerin buna değer vermesi ve bu vizyonun gelecek nesillere aktarılması için elbette kişilerin ellerini taşın altına koyması gerektiğini düşünüyorum.

E.N.S.: Bir miras inşa edip o mirası geleceğe aktarmak istiyorsunuz. Serginin de aslında ele aldığı kavramsal perspektif; koleksiyon yapma eğilimine vurgu yapmak ve bu hâli bu bağlamda tartışmaya açmak.  Dolayısıyla “parça” olgusu kavramsal boyutta serginin paydası. Bir koleksiyonun en önemli sözcüğü belki de bu. Çünkü her bir parça, bütünü mümkün kılarken ana öge oluyor. Tümevarımsal düşünüldüğünde tek bir parça eseri alma hâli ve bu parçaları bütünlemek koleksiyon yapmanın ana ögesi, sorunsalı. Bu konuya dair ne söylersiniz?

Ö.H.: Bu tutku; bir şiir, roman okumak gibi bir şey. Nasıl şiirin bazı mısralarında coşkunuz artar, bazı mısralarda biraz gönlünüzü denizin durgun sularına bırakırsınız ya da bir roman okurken romanın en yükseldiği noktada heyecanlanırsınız ama bazı noktalarda durup düşünmeye başlarsınız... Eserlerin de bir takım inişleri, çıkışları var. Bir takım duygu yoğunlukları var. Bazen de bir serseri gibi sokakta gezdiğiniz anlar var. Sonuçta her koleksiyon bir hikâye anlatır. Bu hikâyede şiirin her bir mısrasını tamlayan, onu bir şiir yapan öge vardır. Tıpkı koleksiyon yapmak gibi.

E.N.S.: Her şiirde bir mısra gibi yani.

Ö.H.: Aynen öyle. 

E.N.S.: Koleksiyonda bir tane, iki tane, üç tane ve çok tane olan eserler mevcut. İşte sorguladığımız bağlam tam da bu halin ne demek olduğu.

Ö.H.: Evet, her eser adeta bir şiirin bütününü oluşturan parçalar olarak işlev görüyorlar.

E.N.S.: Biraz da sanatla tanışık olmaktan bir koleksiyoner olmaya ve koleksiyonunuzu izleyenlere sunma hâline değinelim.

Ö.H.: Açıkçası ben kendimi bir koleksiyoner gibi görmüyorum Hiç öyle bir iddiam da olmadı, onun peşinde değilim. Ama duygumun yoğunlaştığı yerde, bunu insanlara taşıyabilecek bir mekanizmanın işletilmesi gerektiğine inanıyorum. Keza bunu hep beraber yapıyor olmak güzel. Açılacak olan ilk sergimizle birlikte, işte bu duyguyu toplumla buluşturacağız.  Bu miras benim mirasım değil, yine toplumun mirası olacak diye düşünüyorum. Bu da çok değerli…

E.N.S.: Koleksiyonunuzu izleyenlere belli kavramsal tartışma aralıkları içerisinde sunmak sizin için ne ifade ediyor?

Ö.H.: Sergi yoluyla size anlatmaya çalıştıklarımı biraz daha yüksek sesle anlatıyor olacağım. Yani fikirlerime, nasıl hissettiğime, nasıl yaptığıma dair bir düzey farkı. Yoksa koleksiyoner Özgür Cem Hancan adı benim için bir hedef değil. Benim için hedef sizlerle beraber bu koleksiyonu bu aşamaya getirmek, tartışmaya açmak ve izleyenlere sunarak görünür kılmak.

E.N.S.: Peki önceki Özgür nasıl bir Özgür’dü, Fikret Mualla’yı keşfetmemiş olan ya da yurt dışındaki sanat dinamiklerini keşfetmemiş olan Özgür. Bize ne söylerdiniz bu Özgür’e dair?

Ö.H.: Annemle olan ilişkimden dolayı o konuda çok şanslıyım galiba. Çok küçük yaşlardan itibaren tanık olduğum sanat sayesinde şanslıyım. Dahası Ankara’nın sanat ortamı, sonra tiyatrosu, kültür ortamı, ürettikleri zengin ve iyiydi. Devletin sanat kurumları olsun, tek tek sanatçıları olsun, diğer tiyatrolar olsun. Bunlara erişim konusunda ailem bana çok müşfik davrandı. Ama şu anda toplumda sanata ulaşmakta zorlananlar var. Bu zorluğu yaşayan insanların sanata ulaşma çabalarına yardımcı olmak, sanatla buluşmalarına vesileler yaratmak. Hedefimiz bu olmalı. Umarım muktedir oluruz bu imkanları sağlamakta ve hedefimizde başarılı oluruz.

E.N.S.: Tam da bu noktada;  Bor Sanat’a dair konuşmamız önemli. Bor Sanat; Bor Holding’in önemli bir parçası. Mirasın korunması, genç kuşakların desteklenmesi, kültürel atılımın sağlanması gibi holdingin var olan vizyon politikasını Bor Sanat’ın hedefleri içinde  de tanımladınız. Bu ilk sergiyle birlikte bu hedeflerin gerçekleştirilme yolculuğuna da merhaba diyorsunuz. Burada güçlü bir marka yaratılıyor ve bir marka yaratmak oldukça önemli. Bu fikir nasıl doğdu, nasıl karar verdiniz?

Ö.H.: Bor Sanat’ı kurma fikri; koleksiyonun gelişimi ve toplumsal-sanatsal farkındalığımın artması ile zaman içerisinde önemli hedeflerim arasında yerini almaya başladı. Bir koleksiyonu yapmak gerçekten emek ile oluyor.  Bir eseri Paris’ten alıp buraya getirmek bile ciddi bir emek ve çaba istiyor. Bunlar sadece maddi kaynaklar gerektiren şeyler değil. Orada zaman harcamak, müzeleri gezmek, doğru kişiyi bulmak gerekiyor. Özellikle söz konusu olan Fikret Mualla ise. Tabii böyle bir emek ortaya kondukça, bu böyle devam ettikçe iş hayatında da kendi müteşebbis bakış açınız birazcık paralel gidince, bu mümkün hale geldi. İş hayatımız büyürken koleksiyonumuz da büyümeye devam etti. Bu noktada; kişilerin geçici olduğunu ama kurumların kalıcı olduğunu düşünüyorum. Sonraki nesillere aktarım da ancak bu yolla sağlanacaktır. Bu şekilde kendi markasıyla, kendi kimliğiyle yola çıkan, vizyonu baştan çizilmiş, doğru kişilerle işe başlamış, uzun yıllar yaşayan ve en önemlisi, şahsi bir koleksiyon olmaktan öteye geçip zamanla kurumsallaşacak bir marka yaratma hedefindeyiz. Bu süreçte bilgi üreten ve bilgiyi aktarmayı ön planda tutan akademisyenlerle sanatseverleri buluşturmak istiyoruz. Bor Sanat; paneller düzenleyen, yurt dışından sanat uzmanlarını davet eden, önemli sanatçılarla gerçekleşecek farklı sanat atölyeleri ile de üretimi destekleyen bir mekanizmada ilerleyecek. Tekrar etmeliyim: Çünkü kurumlar, bireyleri aşan yapılardır. Dolayısıyla buranın bir kurum çatısı  altında olması geleceğe dönük adımların daha güçlü atılmasına imkân sağlayacaktır.

Bor Holding grubumuzda; “Bor Sanat” markasıyla yola çıkarken büyük bir heyecan yarattık ve duyduk. Bu heyecanımda tek başıma olmadığım için açıkçası çok mutluyum. Çünkü önümüzdeki günlerde bu heyecanı biz altı yüz holding çalışanı ile beraber yaşamaya başlayacağız. Nasıl Antakya’ya gidiyoruz, orada acı çeken insanlara, morale ihtiyacı olan insanlara moral veriyoruz, ellerinden tutuyoruz, onların yanında olduğumuzu anlatmaya çalışıyoruz. “Bor Sanat” olarak sosyal yardımlaşmaya da önem vererek çocuklarımızın yanlarına gideceğiz, genç sanatçılarımızın yanlarında olacağız, kendi kaynaklarımızla tüm gerekliliklerde  kültür-sanatın toplumsallaşması, kültürün yaygınlaşması bağlamında da yardımcı olmaya, projeler üretmeye devam edeceğiz.

İşte her şey böyle gelişti, şimdi dönüp baktığımda iyi ki de böyle gelişmiş diyorum…

Bor Sanat

Hakkımızda

Bor Sanat, Bor Holding'in sanat platformudur.


© Copyright 2023 Bor Sanat, Tüm Hakları Saklıdır.